Neden "Çayım taze..."?

Aklıma geldiğinde içimi ısıtan bazı anlar vardır.
Bunlardan çocukluğuma dair hatırladığım; annemin, sabahtan akşama kadar sokaklarda oynadığımızda ve heryerimiz toz-kir içindeyken, bizi içeriye alma çabasıyla seslenişidir: "Çocuklaaar, hadi artık akşam soğuğu çıktı, içeriyeeeee!!!"
Artık akşam soğuğu çıkmıştır, bundan korunacağımız, ısınacağımız, temizleneceğimiz yuvaya çağrılmaktır bu. Güven verir, huzur verir, içimi dinginleştirir. O günlerde de, şimdi de...
Artık yetişkinim. Beni akşam soğuğu çıktığı için eve çağıran ses yok. Hâlâ zaman zaman akşam soğuğu çıkıp, üzerime bir hırka almam gerekse, içim ısınır, güvende ve huzurlu hissederim. Sanırım örgü örmeye başladığımdan beri, bu yüzden hep hırka örüyorum:)
Annem'e Sevgilerimle...

Gelelim bugüne...
Büyüyünce içimi ısıtan cümlelerden biri; telefonun ucundaki bir dosta,
"Çayım taze, sıcak simitleri al gel" demek...
Bu cümle benim için dostluk demek, huzur demek, paylaşmak demek, hadi gel demek, gel de iki lafın belini kıralım demek. Davet eden de olsan, edilen de, ne fark eder ki?
Çayım taze...
Hadi alın sıcak simitlerinizi, peynirlerinizi, gelin bloğuma, iki lafın belini kıralım :)

Heyyfi

27 Aralık 2013 Cuma

SADECE TEŞEKKÜR EDERİM...

Günün yorgunluğuyla yollarımı ayırmak üzere mutfağa gittim, amacım mis gibi tazecik bir çay demlemekti.
Keyifliydim ve bu duruma, taze demlenmiş çaydan daha iyi bir eşlikçi olamaz diye düşündüm, yüzümdeki kocaman huzurla...
Çayın demlenmesini beklerken, mutfak masamda duran bilgisayarımın başına oturmuştum ki, duvardaki küçük askılarda duran kırmızı fincanıma gözüm takıldı. Hergün gördüğüm bu fincan, bugün beni 5 yıl öncesine davet etti... Gittim...
Tıpkı şimdiki gibi yeni yıla çok az günler kalmıştı. Herkesin yeni yıldan beklentilerini birbiriyle paylaştığı ve birbirleri için güzel dileklerini sıraladıkları yılın son günleriydi bunlar.
Sokak süslemelerini ve ışıklarını görmek için Ankara'nın en işlek caddelerinden birinde yürüyordum. Rengarenk yılbaşı süslemeleriyle dolu bir vitrinde, üzerinde sarı çiçeklerle ve zarif kadın silüetleriyle öylece bana bakan ve "eh artık içeri gir ve beni al, ne duruyorsun ki..." diyen bu fincanı gördüm.


---
O yıl arkadaşlarımla evimizde karşıladık yeni gelen yılı. Artık geri sayım başlamıştı. 3-2-1...
Herkes birbirine sarılıp öpüyor ve birbirinin yeni yılını kutluyordu. Elimde sarı çiçekli fincanım vardı. Kahvemden bir yudum aldım ve dilek dilemeye meyillendim her yıl yaptığım gibi. Bir sürü dilek sıraladım peşpeşe.
Sonra sevdiğim adamın yanına gittim ve sarıldım ona. Hayatımda olduğu için ne kadar şanslı olduğumu, her yılı onunla karşılamak istediğimi söyledim.
"Sen ne diledin yeni yıla girerken" diye sordum.
"Sadece sahip olduğum herşey için teşekkür ettim" dedi.
Cevap veremedim. Düşündüm...
İçindeki sıcak kahveden ısınmış olan fincanımı avuçlarımın içine aldım. Uzun uzun içindeki kahveye bakarak düşündüm. O an hissettiklerime sanki sadece bu fincan ortak olmuş gibiydi. İçimden geçenleri, benim isteğim dışında fark etmiş gibi...
Teşekkür etmek... Sadece teşekkür etmek...
Bugün, birkaç gün sonra yeni bir yıl karşılanacakken, yalnızca benimle konuşan bu sarı çiçekli fincanımı, öylece bana bakarken fark etmem çok anlamlıydı...
----


Bu yılın son gününü ailemle geçireceğim ve saat tam gece yarısı olduğunda, teşekkür edeceğim. Sadece teşekkür...
Kızdıklarım için, sevdiklerim için, güldüklerim ve ağladıklarım için, hayatıma girenlerim ve çıkanlarım için, hayal kırıklıklarım ve umutlarım için, kaybettiklerim ve kazandıklarım için...
Yaşadığım için, yaşanmışlıklarım için...
Kısacası herşey için...
Teşekkür ederim...
Sadece teşekkür ederim...
Teşekkürlerle dolu nice güzel yıllarınız olsun...
Sevgilerimle...
- Posted using BlogPress from my iPad

2 Aralık 2013 Pazartesi

İMZA GÜNÜMÜZDEN...

"İmza:Karın" kitabının Ankara imza günü büyük bir coşku ve mutlulukla geçti. Ankaralı okurların ilgisi gerçekten müthişti.
Kitabı yayına hazırlayan Banu Özkan Tozluyurt ve ekibine çok teşekkür ederiz...


24 yıllık arkadaşlarım, beni yalnız bırakmadılar. Hayattaki en büyük zenginlik...





Canım arkadaşım Elif'im, Elifinterazisi bloğunun yazarı. Kendi elleriyle "İmza:Karın" yazan bir kitap ayracı yapmış dantelden. Hayatımda aldığım en değerli hediyelerden biri. Ömrümün sonuna kadar, saklayacağım ve her baktıkça dotluğun büyük gücünü tekrar tekrar
hatırlayacağım. Ellerine sağlık, güzel yürekli becerikli terazim...


Muhteşem ropörtajlara imza atan, çok başarılı blog yazarı arkadaşım Maviannem... Her haliyle, her tavrıyla ışık saçıyordu yine...


İlkim Karaca, Şengül Hablemitoğlu ve bu projenin mimarı Banu Özkan Tozluyurt. Banu hanım aynı zamanda banunundünyası adlı bloğun yazarı. Yolum kendisiyle kesiştiği için çok mutluyum...
Bu kadar başarılı kadınla birarada olunca, çok iyi hissettim kendimi...


Yazarlardan Filiz Paşaoğlu ile tanışmak çok heyecan vericiydi. Ve Bülbülünyeri adlı bloğun yazarı canım arkadaşım Birgül'cüğüm. Yanımda olduğun için tekrar teşekkür ederim canım...


Diğer blog yazarı arkadaşlarım ve "İmza:Karın" yazarlarından sevgili Bahar ile de tanışma şansım oldu. O, Arda'nın annesi
blogunun yazarı aynı zamanda.
"İmza:Karın" yazarlarından sevgili Zeynep, yüzü her daim gülüyor ve ışık saçıyordu...


Canım kardeşim, 4 saatlik yoldan geldi yanımda olmak için...





Benim altın kızlar grubum :) Her ne şart altında olursa olsun yanımda olacaklarından emin olduğum canlarım...

Bana bu mektubu yazdıracak kadar özel olan sevgili eşim... Ya olmasaydın...

Ankara imza günü benim için büyük bir mutluluk kaynağı oldu. Ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anladım. Hesapsızca yanınızda olabilecek dostlarınız varsa, şükredecek çok şeyiniz var demektir...
Sevgilerimle...

- Posted using BlogPress from my iPad

19 Kasım 2013 Salı

ANKARA'DAKİ TÜM DOSTLAR İÇİN...

İmza:Karın kitabının imza günlerinin Ankara ayağı 30 Kasım Cumartesi 16:00-18:00 saatleri arasında Ankara Homer Kitabevi'nde olacak...
Çok keyifli ve dolu dolu geçecek olan bu etkinlikte lütfen yanımızda olun...
Biz orada olacağız :)
Sevgiler...




- Posted using BlogPress from my iPad

1 Kasım 2013 Cuma

MUTLU ZAMANLAR...

Dostlarla geçirilen mutlu zamanların verdiği huzur ve keyfi tüm hücrelerimde hissederim. En kıymetli anlardır benim için bu buluşmalar...

Annelerin en sıcak mavi bakanı, en güzel yüreklisi Mavianne ile hem iki lafın belini kırdık, hem de dost sohbetlerinin vazgeçilmez eşlikçisi mis gibi bir kahve içtik...



"İmza: Karın" kitabının söyleşi ve imza günü için İstanbul'a gittiğimde Nilgün ve İlhan da benim yanımda olmak için geldiler. Sanki onları yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim. Her ikisi de muhteşem yemek tarifleriyle dolu blogların yazarları... Buradan tekrar çok teşekkür ediyorum. Malesef İlhan erken ayrılmak zorunda kaldığı için sadece Nilgün ile fotoğrafımız var :)



İmza: Karın kitabının söyleşi bölümünün kahramanları...
Banu Tozluyurt, İlkim Karaca, Lale Manço Ahıskalı ve Engin Akgürgen...



İmza gününde beni yalnız bırakmayan, 24 yıldır varlıklarını hep yanımda hissettiğim dostlarım vardı.
Güldük, sohbet ettik, birbirimizin yanında olabildiğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzdan bahsedip, kocaman huzur baloncuklarını tüm hücrelerimize gönderdik...



Doğru beslenme benim için, sadece doğru şeyleri yemek değildir. Duyduklarımız, gördüklerimiz de sağlığımızda çok etkili...
Ama en etkilisi galiba sımsıkı dostluklarla beslenmek...
Mutlu zamanlarınız bol olsun...

Sevgilerimle,

Heyyfi...

- Posted using BlogPress from my iPad

9 Ekim 2013 Çarşamba

İmza:Ben

Kadın Mektupları üçlemesinin sonuna gelindi...
Üçlemenin ilk kitabı "İmza:Kızın" idi...
Sonra kızlar hayatlarının erkeklerine yazdı... "İmza:Karın"...
Şimdi, kime istiyorsak ona yazma vakti geldi...
Anneye, sevgiliye, çocuğuna hatta belki kendine... "İmza:Ben"...
Mektuplarınızı gönderin...


Buradan
gerekli bilgilere ulaşabilirsiniz...

-Posted using BlogPress from my iPad

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Çayım Taze 1 Yaşında...

Çayım taze bugün 1 yaşında ama, çay demini daha yeni yeni alıyor :)
1 yıl önce bugün, eşime "artık kitabımı yazmaya başlamak istiyorum" demiştim.
Her zamanki akılcı ve çözüm üreten küçük gri hücreleri devreye girdi ve bana "neden önce blog yazmakla başlamıyorsun?" dedi.
"Blog mu?"
"Evet, blog. Orada paylaşırsın öncelikle kaleminden dökülenleri"
"Ama ben anlamam ki bu blog işlerinden, bu teknolojik aletlerle seviyeli bir ilişkim var benim"
"Sen başla, hepsi olur zamanla" dedi, sürekli gülen gözlerle bakan ve hayran olduğum adam...


İlk yazımı yazmak için klavyenin başına geçtiğimde, sanki kocaman bir konser salonunda izleyicilerin karşısına atılıvermişim gibiydi, eteklerimi yanlardan çekiştirirken bir türlü ilk kelimeyi bulamayıp korkudan ağlamak üzere olan bir kız çocuğu gibi...
İlk takipçim cafenohuttu, sanki ilk alkış ondan gelmişti :)
Bana şans getirdi...
O ilk alkış sesinin desteğiyle yeni yazılar geldi peşisıra...
Sonra Deniz ile tanıştırmak istedim sizleri...
Deniz size kendini anlattıkça hafifledi. Yüklerini paylaştı, gülümsedi...
Sizlere de sevgilerini göndermemi istedi :)
Geçen bir yılın ardından, blog yazarı arkadaşlarımdan öyle dostluklarım oldu ki, hepsi benim için çok kıymetli ve özel...

Kitabımın yazım aşamasının her anında herbirinizin o kadar büyük emeği var ki...
Yorumlarıyla bloğumu destekleyen dostlarım, okumak için çaya gelen misafirlerim, her biriniz benim kahramanlarımsınız...

Teşekkür ederim;
Biricik aşkıma,
Aileme,
Dostlarıma,
Her an yanımda hissettiğim blog yazarı arkadaşlarıma...

Hayat başladıysa benim için 43 yıl önce, tutamam, durduramam, yok sayamam...
Ancak kocaman sarılabilirim kollarımı açarak, bir zamanlar amansız bir düşman ama yıllar sonra dost olabildiğim hayata...
Ben ve yakın dostum hayat, biz hep burada olacağız. Her daim sıcak ve taze demli çayımız, iki lafın belini kırdığımız dostluklarımız...
Bu ne büyük bir zenginliktir... Taze çayım, dostlarım, kelimelerim...

Dilerim ki, "Sevgilerimle... Heyyfi..." diye biten yazılarım için, kelimelerim, çayım ve dostlarım daim olsun...

Sevgilerimle...
Heyyfi...



- Posted using BlogPress from my iPad

9 Temmuz 2013 Salı

SON NOKTA...

Küçük kız ağlamaktan kızarmış gözlerle koşarak eve gelmiş, kendini camın hemen kenarındaki koltuğa atmıştı. Annesi telaşla neler olduğunu anlamaya ve kızını sakinleştirmeye çalışıyordu.


"Kızım biraz sakin ol, ne oldu anlatsana bana..."
Kız hıçkırarak ağlıyor, bir yandan da kelimeleri biraraya getirmeye çalışıyordu.
"Sinem var ya..."
"Evet, sıra arkadaşın değil mi?"
Küçük kız, ani bir çeviklikle hızla uzandığı kanepeden kalkmış, annesinin yaptığı çok önemli bir hatayı düzeltmek istercesine gözlerindeki yaşı hızlı ve sert hareketlerle silip, ağlamasına ara vermişti.
"Hayır anne, Sinem benim sadece sıra arkadaşım değil, en yakın arkadaşım aynı zamanda..."
Annesi kızının bu sinirli ama sevimli hallerine gülmek istese de ciddiyetini korur görünerek sormuştu: "Eee ne olmuş Sinem'e?"
Kız ağlamasına kaldığı yerden devam ederek: "Ankara'ya taşınıyorlarmış, o gidince ben çok yalnız kalacağım."
Annesi 9 yaşındaki kızının çok acı çektiğini görüyor ve onu teselli etmek istiyordu. Kızının çektiği acı, küçük omuzlarına ağır geliyordu belli ki...
"Biraz konuşalım mı seninle?" dedi annesi şefkatle.
Küçük kız yüzünü yastığa gömmüş, hem hıçkırarak ağlıyor hem de annesinin ne söyleyeceğini merak ediyordu.
Yavaş haraketlerle yerinden kalktı ve annesine kıpkırmızı gözlerle bakmaya başladı.
"Bak kızım" dedi annesi, "hani dil bilgisi dersinde öğrendiniz ya geçenlerde, cümlenin sonuna nokta konur."
Küçük kız, ağlamayı unutmuş, annesini şaşkınlıkla dinliyordu.
"Evet, ne ilgisi var şimdi dil bilgisi dersinin Sinem'le?"
"Cümle sonuna konulan nokta, aslında yeni bir cümlenin başlayacağını gösterir. Cümleleri anlamlı kılan da içinde kullanılan noktalama işaretleridir. Hayatta da böyledir benim küçük kızım. Bir cümle gibi. Başımıza gelen her olay bir noktalama işareti gibidir. Hayatımızı anlamlı kılar ve yön verir. Sinem'in Ankara'ya taşınıyor olması, sadece bir nokta hayatında. Tatillerde gelecekler, belki biz de Ankara'ya gittiğimizde onları ziyaret ederiz. Şimdi senin için hayatında yeni bir cümle başlayacak. Zamanla tanıyıp, çok seveceğin yeni arkadaşların olacak. Hem unutma, yeni bir cümlenin başlaması, bir önceki cümleyi yok etmez öyle değil mi?"
Kızının biraz daha sakinleştiğini gören anne mutluluk ve şefkatle küçük kızına sarıldı. Sonra kendi hayatını düşündü. Ne çok noktalar vardı hayatında. Kızına henüz anlatmadığı ama vakti geldiğinde kendisi gibi kızının da öğreneceği bir nokta daha vardı. Bu işaret, kızının babasıyla olan ilişkisinin sonunda da vardı...
Sonu gelen bir kitap gibi...
Bitmek gibi...
Gitmek gibi...
Son nokta gibi...

Sevgilerimle...
Heyyfi...

- Posted using BlogPress from my iPad

3 Temmuz 2013 Çarşamba

MUTLU SON...

O anda tüm kanımın vücudumdan çekildiğini hissettim. Komşu kadının anlattıklarını hayalimde canlandırmaya çalışsam da zorlanıyordum. Benim gibi hayal gücü geniş bir çocuğun bile sınırlarını zorlar nitelikteydi duyduklarım...


7 yaşlarındaydım. Komşumuz çay içmek için bize gelmişti. Çok severdim annemin komşu teyzelerle yaptığı dedikoduları dinlemeyi. Ben yokmuşum gibi, duymazmışım ve hatta hissettmezmişim gibi davranırlardı. Bende bu görünmezlik oyununda katılırdım onlara. Her zerreme kadar orada olurdum ama yoktum da...
Dedikodular bitmiş, komşu teyze dün başına gelen olayı anlatıyordu.
- Ah sorma Firdevs'ciğim, bizim balkonun demirlerine bir köpek sıkışmış bir türlü çıkaramadık. Oradan çektik, buradan ittik ama yok... Nasıl ağlıyor hayvan. Sonra baktık olacak gibi değil, poposuna sopayla hızlıca vurduk. Can havliyle kaçtı kurtuldu hayvancağız...

Dondum...
Duyduklarıma inanamadım.
Komşumuz bir cani miydi, yoksa melek mi?
Eğer bu köpek oradan çıkabilmeyi başarabildiyse bunu neden kendiliğinden yapmamıştı?
Neden bu kadar büyük bir acıyı beklemişti kaçıp kurtulmak için?..

O gün, evimizde duyduklarım ömrüm boyunca hep zihnimde tazecik kalacaktı.
Yetişkin bir kadın olduğumda bile, defalarca sıkışacaktım balkon demirlerine. Canımın çok yanması gereken zamanlar olacaktı gücümü anlamak için.
Bu yaşadıklarım balkon demirlerinden kurtulmanın aslında bir seçenek olduğunu öğretecekti bana...

Hala cevapsız bir soru var zihnimde.
Komşumuz cani miydi, melek mi :)

Sevgilerimle...
Heyyfi...


- Posted using BlogPress from my iPad

16 Haziran 2013 Pazar

BU KUTLAMA TÜM BABALAR İÇİN DEĞİLDİR...

Bugün babalar günü...
Bütün babaların bu günü kutlu OLMASIN!..


Evlatlarına,
Zengin olmaktan önce iyi bir insan olmayı,
Her daim doğruluktan ve dürüstlükten yana olmayı,
İnsanları ayırmadan koşulsuz sevebilmeyi,
Kin ve öfkenin ancak korkak insanların özelliği olduğunu,
Hayatı korkuya değil sevgiye dayalı yaşamanın gerçek erdem olduğunu,
İnsanları seven, saygı duyan, barbarların karşısında dimdik durabilen bir fert olmayı,
Onur ve haysiyetini çıkarları için satmamayı,
Gücün, senden farklı düşüneni ezerek ve yok sayarak değil, zekayla ve sahip olunan insani değerlerle elde edilebileceğini,
Kısacası insan gibi insan olmayı öğreten ve böyle yaşayan babaların babalar günü kutlu OLSUN!..

Sevgilerimle...
Heyyfi...


- Posted using BlogPress from my iPad

29 Mayıs 2013 Çarşamba

BİR 29 MAYIS HİKAYESİ...

29 Mayıs 1953 yılında, evlerden birinde bir erkek çocuk dünyaya geldi. Doğduğu o gün, İstanbul'un fethinin 500. yıl kutlamalarıyla aynı güne rast gelmişti. Bunun için dışarıda kutlamalar yapılıyordu. Ev halkı dedi ki, "Bu çocuğun bugün doğması bir işaret olmalı, ismi mutlaka Fatih olacak."
Bebeğin ismi Fatih oldu...
Sonra düşündüler ve dediler ki, "Sadece Fatih yeterli olmaz, bugün doğduğu için ikinci isim olarak Mehmet de eklemeliyiz..."
Bebeğin ismi, Mehmet Fatih oldu...
Evin teyzesi, bütün ailenin çok saygı duyduğu biriydi. Dedi ki:" Hayır, ben bu çocuğun isminin Uğur olmasını istiyorum, mutlaka uğur getirecek bu aileye..."
Ev halkı teyzeyi kıramadı.
Bebeğin ismi Mehmet Fatih Uğur oldu...


Yıllar sonra Karadeniz'in küçük bir şehrinde bir kız bebek doğdu.
Yıllar, elele verdi.
Yağmurun toprakla buluşması gibi, gökteki yerdekiyle buluştu...
Evlendiler...
Bugün hem nişan yıldönümleri, hem de kadının "hocam ve kocam" dediği eşinin doğum günü...

Canım kocam, doğduğun gün için şükrediyorum...
Ruhunun, ruhuma dokunduğu gün için şükrediyorum...
Kalbin kalbime ulaştığı için şükrediyorum...
Seni çok seviyorum...

Heyyfi...

- Posted using BlogPress from my iPad

25 Mayıs 2013 Cumartesi

İMZA: KARIN İZMİR İMZA GÜNÜ

İzmir'de imza günündeydik. Katılım epeyce yoğundu. Çok sevdiğim arkadaşlarım, ailem ve İzmir'li yazarlar da oradaydı.
Varlıklarıyla bana destek veren tüm arkadaşlarıma ve aileme teşekkür ediyorum. Blogunu büyük bir keyifle takip ettiğim ve tanımak için sabırsızlandığım Öznur'um da oradaydı. O kadar içten ve sıcak ki. Canım arkadaşım, ne iyi ettin de geldin ve ben seni tanıdım...


Fazla kelime kullanmak yerine, fotoğraflar konuşsun diyor ve İzmir'den karelerle sizleri başbaşa bırakıyorum...



































Sevgilerimle...
Heyyfi...

Posted using BlogPress from my iPad

19 Mayıs 2013 Pazar

BUGÜN YAĞMUR YOK HAVADA...

19 Mayıs 1919, kurtuluşa giden yılların başlangıcı, inaçlı yüreklerin ve Büyük Önder'in sayesinde yıllarca kutlanacak milli bir bayrama dönüştü.
Lisedeyken, 19 Mayıs yaklaşırken, annemin komşu teyzelerle ayaküstü yaptığı konuşma bugün gibi kulaklarımda: "havada yağış olmasa da, çocuklar bayramlarının tadını çıkarsalar"...
Havada en azgın yağış bile olsa kutlanırdı bayramlar. En fazla ıslanırdık, ciddiye almazdık azgın yağışları...
Bugün bayramımız kutlanıyor, ülkemin her yerinde, her yüreğinde.
Azgın yağışlar olsa bile ülkemde, kutlanacak mutlaka. Emanet çünkü bize...


Bugün biraz bulutlu, keyifsiz, acılı, karanlık ama, yağmur yok havada...
Coşkuyla kutlamak gerek bu büyük günü,
Bugün de, yarın da...
Bayramımız kutlu olsun...

Sevgilerimle...
Heyyfi...


- Posted using BlogPress from my iPad

16 Mayıs 2013 Perşembe

İMZA: KARIN - BASIN LANSMANI

128 kadının, hemcinslerine destek olmak için oluşturduğu bu kitabın lansmanı için İstanbul'daydık.
Her birimiz farklı renklerdik ve biraraya geldiğimizde gökkuşağı gibi olmuştuk.
Böyle bir projede yer almaktan çok mutlu oldum.
İşte lansmandan kareler....



Tanışmayı çok istediğim ve yazılarını keyifle takip ettiğim Esra Aylin Akalın, kakara kikiri bloğunu yazıyor aynı zamanda ve İmza:Kızın ve İmza :Karın kitaplarının kahramanlarından.
Sonunda kanlı canlı tanışabildik:)



Tanışmaktan büyük onur duyduğum kadınlar vardı, güçlü ve ilham veren...



lalenin bahçesi ile tanışma şansım oldu. Çok mutlu oldum...



Yazarların mektup ağacı:)



Fatih ve Armağan Portakal ile tanıştık. Armağan Hanım da eşine çok güzel bir sürpriz yapmıştı...
Yazarlardan Aynur Hanım'dan da imza alma şansım oldu...



STET Derneğinin gülen yüzü Ayşe Tolga...



Bu güzel projenin lokomotifi, her daim gülen yüzüyle Banu Hanım...
Banu Özkan Tozluyurt, Banunun dünyası blogunun da yazarı aynı zamanda...



Lale Manço da büyük ustaya çok özel bir mektup yazmış...



Aşkı anlatan adam Mehmet Coşkundeniz'e eşi, Derya Coşkundeniz aşkını anlatmış mektubunda...



Yüzü her daim gülen Aynur Tümen, bir kişisel gelişim uzmanı aynı zamanda.(Solda)
Sevgili Burcu ise bir müzik öğretmeni. Eşi ile birlikte büyük bir renk kattılar lansmana. Sevgili Burcu'yu tanımaktan çok mutlu oldum.



Türkiye için büyük bir değer olan Ersan Erdura'ya eşi Leyla Hanım, çok güzel bir mektup yazmış. Mutlulukları daim olsun...



Annelerin en güzel mavi bakanı, Mavianne, uzun süredir keyifle takip ettiğim bir blog yazarıydı. Kendisini tanımaktan çok mutlu oldum. O mavi gözleri sevgi dolu bakıyordu. Arkadaşı Burcu Hanım ile birlikte gelmişti Ankara'dan... Mavianne harikasın:)



Başka bir ustaya da mektup vardı. İlkim Karaca, Cem Karaca'ya yazmıştı özlemini...



Yüzü hep gülen ve bir gün uzun uzun sohbet etmek istediğim Ayşe Serpil Şengör ile de tanışma şansım oldu.


Ertesi sabah FOX TV'de, Fatih Portakal ile Çalar Saat Programı'nda röportajımızı görünce pek keyiflendik:)

Sevgilerimle...
Heyyfi...