Neden "Çayım taze..."?

Aklıma geldiğinde içimi ısıtan bazı anlar vardır.
Bunlardan çocukluğuma dair hatırladığım; annemin, sabahtan akşama kadar sokaklarda oynadığımızda ve heryerimiz toz-kir içindeyken, bizi içeriye alma çabasıyla seslenişidir: "Çocuklaaar, hadi artık akşam soğuğu çıktı, içeriyeeeee!!!"
Artık akşam soğuğu çıkmıştır, bundan korunacağımız, ısınacağımız, temizleneceğimiz yuvaya çağrılmaktır bu. Güven verir, huzur verir, içimi dinginleştirir. O günlerde de, şimdi de...
Artık yetişkinim. Beni akşam soğuğu çıktığı için eve çağıran ses yok. Hâlâ zaman zaman akşam soğuğu çıkıp, üzerime bir hırka almam gerekse, içim ısınır, güvende ve huzurlu hissederim. Sanırım örgü örmeye başladığımdan beri, bu yüzden hep hırka örüyorum:)
Annem'e Sevgilerimle...

Gelelim bugüne...
Büyüyünce içimi ısıtan cümlelerden biri; telefonun ucundaki bir dosta,
"Çayım taze, sıcak simitleri al gel" demek...
Bu cümle benim için dostluk demek, huzur demek, paylaşmak demek, hadi gel demek, gel de iki lafın belini kıralım demek. Davet eden de olsan, edilen de, ne fark eder ki?
Çayım taze...
Hadi alın sıcak simitlerinizi, peynirlerinizi, gelin bloğuma, iki lafın belini kıralım :)

Heyyfi

27 Kasım 2012 Salı

YENİ YIL DİLEKLERİM...

Her yılın bitmesine çok az bir zaman kala, büyük bir heyecanla, kırtasiyeye giderim.
Her zaman yaptığım gibi, elimde alınacak kitap listeleri ile değil.
Beynen ve kalben hazırlıklı bir şekilde kitapçıdan içeriye girer, hiçbir yöne sapmadan ajanda ve not defterlerinin yanına giderim.
Yıl sonunda birçok kişi ajanda alır ya da bir yerlerden promosyon olarak hediye gelir.
Hediye ajanda asla kullanmam.
Dediğim gibi, ajanda ve defter bölümüne giderim ve raflardaki ajandalara kendimi gösteririm.
İçlerinden biri, sadece biri, "ben buradayım, beni al ve eve gidelim" der.
Onu raftan elime alır, "merhaba" derim.
Benim için o kadar önemlidir ki ajanda alışverişi.
Nedenini anlatayım.
Her yıl, yeni yıla bir hafta kala, daha önceden aldığım ve çalışma masamın en görünür bölümünde büyük bir heyecanla o anı benimle birlikte bekleyen yeni ajandamı alır, dumanı buram buram tarçın kokularıyla salınan bitki çayımın eşliğinde, çalışma masamın başına geçer otururum.
Sonra, bitmekte olan yıl için zihnimde kısa bir gezintiye çıkarım.
Acısı ve tatlısıyla geçen yıldaki herşey için şükreder, teşekkür ederim.
Beni mutlu eden, etmeyen, üzen, üzmeyen, ağlatan, ağlatmayan, kısaca herşey için, her duygu için, yaşadıklarım ve öğrendiklerim için şükranlarımı sunarım.
En sevdiğim kalemimi elime alır, kollarımı sıvar, derin bir nefes alır ve yüzümde kocaman bir gülümsemeyle ajandamın ilk sayfasını açarım.
Yazmaya başlarım.
Yaşadığım ve bitmekte olan bu yıl için teşekkür ettikten sonra, gelecek olan yeni yıl için duygularımı yazmaya başlarım. Bu bir dilek listesi değildir. Bu yazının içinde kesinlikle, şu olsun, bu gerçekleşsin gibi net çizgileri olan hiçbirşey yoktur.
Her yıl yazdığım, kendimce belirlediğim birkaç cümleyi yazarım.
İlk sayfada bu yazılı olur.
Heyecanla yeni yılın getireceklerini beklemeye başlarım sonradan.
Bu yıl için hayalini kurduğum bütün dileklerim oldu.
Özellikle bugün, yıllardır sabırla beklediğim birçok güzel şeylerin haberlerini ve tebriklerini aldım.
Sonra eşimle bunu kutlamak için Tepe Prime Butcha'da kırmızı şarap eşliğinde akşam yemeğimizi yedik.
Evimize döndüğümüzde, bize getirdiği güzellikler için 2012'ye teşekkür ettik.
27 Aralık'ta Dubrovnik'e gidiyoruz ve 3 Ocak'da döneceğiz.
Eminim yıllardır aradığım o kar küresini de bulacağım.

Sizleri 2013 ajandamla ile tanıştırayım.
Pembe olanı da çantamda benimle gezecek olan, acil not alımında kullanılacak not defterim.


Ne tatlılar değil mi?
Belki siz de gidip, çantada kulanılan boyda ajanda almak isteyebilirsiniz.
Gidin ve onun sizi seçmesini bekleyin. Emin olun, o size diğerleri arasından göz kırpar.
Alın ve evinizin en sakin köşesine geçin, taze bir çay ya da kahvenizi alın, sonra 2012 yılının size getirdiklerini düşünün. İlk sayfasına 2013 yılı için, duygularınızı sohbet eder gibi yazın.
Ama önemli olan, bu yıl yaşadığınız iyi ve kötü ne varsa hepsi için teşekkür edin ve şükredin. Hepsinin bir sebebi vardır mutlaka.
Sonra da, durun ve bu yılın size getireceği mucizeleri gözlemlemeye başlayın.
Ne kaybedersiniz ki?
Hayat bence bir yap-boz oyunu gibi. Doğru parçalar elimizde, önemli olan onları yerleştireceğimiz doğru yeri bulmak.
Tek yapacağımız, yap-boz tahtasına dikkatlice bakmak. Hepsi aslında, gözlerimizin önünde.
Elimizdeki parçayı, başka bir yap-boz tahtasına uydurmaya çalışmak bizi hem mutsuz eder, hem de zaman kaybettirir.
Haydi!..
Ajandanızın ilk sayfasına, yap-boz tahtasındaki resmi tarif edin.
Tarif edin ki, elimizdeki parçaları yerlerine yerleştirebilelim.
Dilerim ki hayatınızda, bildiğiniz ve bilmediğiniz her yoldan size ulaşacak, maddi ve manevi bolluklar çok olsun...
Sevgilerimle...
Heyyfi...
- Posted using BlogPress from my iPad

20 Kasım 2012 Salı

iZMİR...

Bir haftadır İzmir'deyiz.
Bazen yıllarınız geçer de, o yıllara dair anlatacak pek birşeyiniz olmaz, bazen de 3 gününüz öyle bir geçer ki, yıllarca hep o 3 günü anlatırsınız.
Hep anılarımda yer alacak, hiç unutulmayacak bir hafta sonu geçirdim İzmir'deki dostlarımla.
Uçaktan inip, kalacağımız yer olan, ablamların evine gittik. Muhteşem bir sofrada, muhteşem değerlerdeki aile dostlarımızla geç saatlere kadar uzayan sohbetlerle, yemekler yedik.
Şükredecek ne çok şey var diye düşündüm.
Ertesi gün, üniversiteden bir arkadaşımla kahve içtik. Çok keyif aldım. Yıllar sonra bile, hala sohbeti size ve hücrelerinizin en derinlerine huzur verebiliyorsa, bu ne büyük bir zenginliktir.
Şükredecek ne çok şeyim var diye düşündüm.
Hafta sonu, İzmir'e her gittiğimde bana yaşam enerjisi veren, çok özel insanlardan oluşan dostlar grubuyla, Çeşme Dalyan'a gittik.
Çok keyifli bir otel ayarlamışlar. Sanki evimiz gibiydi.
60 kişilik bu gruptan biraz bahsetmek isterim.


Bu kişiler birbirleriyle çok iyi anlaştıkları ve birarada olmaktan keyif aldıkları için zaman zaman böyle buluşuyor ve yeni yerler keşfedip geziyorlar. Bizi de davet ediyorlar ve biz de koşa koşa geliyoruz. Gerçi bu kez havayolunu kullandık :)


Bu grubun ortak noktaları, hayata bakış açıları aslında. Her biri ile tek tek konuştuğunuzda, insanoğlunun nasıl bir güçle yaratıldığını ve insanın isterse, neleri başarabileceğinin canlı örnekleri.
Onlarla, bir araya her geldiğimde, duygulanıyorum ve onların arkadaşı olabildiğim için kendimi çok şanslı görüyorum.
En gencinden, en yaşlısına kadar, saygı duyduğum ve hep yanımda olmalarını istediğim kişilerden oluşuyor bu grup.


Hakkımda bölümünde yazmıştım; doğru beslenmek sadece yiyerek değil, duyarak ve görerek de olmalıdır. Ben bu hafta sonu o kadar güzel beslendim ki anlatamam.
Hücrelerime kadar mutlulukla ve huzurla beslendim.
Bu insanlara bir kez daha saygı duydum, hayranlık duydum.
Bu grubun bir parçası olduğum için gurur duydum.


Ve düşündüm.
Hayatımda şükredecek ne kadar çok şey var.
Ben hayattan öğrendim ki, hayattaki zor günler, güzel günlerin habercisidir.
Bu günlerim için ve yıllar önce bu yılların habercisi olan zor günlerim için şükürler olsun.
İzmir'deki büyük ailem, sizleri çok seviyorum.....
Heyyfi...


- Posted using BlogPress from my iPad

12 Kasım 2012 Pazartesi

BENİM, HEYYFİ


Bazen dostlarımız, ansızın gelen çok değerli bir hediye paketi gibidir. Hiç beklemediğimiz bir anda aniden karşımıza çıkabilirler.
Benim de hiç beklemediğim bir zamanda, Meryem, bir hediye gibi bana gönderildi.
Paylaşayım istedim sizlerle.
Bir arkadaşıma -ki bu kişi benim ömrümün sonuna kadar hayatımda olacak, iyi ve kötü gün dostumdur- ördüğüm bir kazağı hediye etmiştim. Arkadaşı bu kazağı görünce ben de istiyorum demiş. Geçen sene örgü sezonunu kapattığım bir döneme rastladığı için örememiştim. Zaten keyif için ördüğümden bir kazak birkaç ayda bitiyor :)
Bu sene, örgü sezonunu tekrar açınca, hiç görmediğim, tanımadığım, sesini bile duymadığım bu kişiye de bir kazak hediye etmeye niyetlendim. Sonuçta benim canım dostumun arkadaşıydı.
Arkadaşımı arayıp, kazak öreceğim o meçhul kişinin boy ve ölçülerini istedim. O sıralarda da İstanbul'daydık.
Arkadaşım, "ee siz de oradasınız, bir kahve içmek için buluşun, hem de tanışmış olursunuz" dedi.
İyi bir fikir olduğunu söyleyip, telefonunu istedim.
Numarayı yazdım ve ara tuşuna bastım. Karşılaşacağım sesi çok merak ediyordum. Aslına bakarsanız aksanlı konuşan bir ses bekliyordum. Çünkü, bu kişi hakkında bildiklerim, İran'lı olması ve başarılı bir ressam olmasıydı.
Telefon açıldı.
- Alo...
- Merhaba benim, Heyyfi (gerçek adımı söyledim tabi)...
Arayacağımdan haberi olduğu için, hal ve hatır sorma aşamasından sonra randevulaştık.
İsmi Meryem'di.
Atölyesine gittik.
Her yerde muhteşem resimler vardı.
Bir sehpanın üstünü palet olarak kullanmıştı. Üzerinde dünyanın bütün renkleri birbiri içine geçmiş şekilde yerlerini almıştı. Hayatı özetler gibiydi bu sehpa.
Bize bitki çayı hazırlamak üzere mutfağa gitti.
O sırada biz de eşimle birlikte resimlere göz atalım dedik.
Gördüğüm resimlerde bir kadın yüzü vardı. Farklı kadınların, aynı ruh hallerinin ifadeleri vardı. Bazı ifadeler ne kadar da tanıdıktı.


Özellikle dikkatimi çeken şey ise, alınlarındaki ifadelerdi. Bir insan, nasıl olurda, sadece boya ve fırça ile, bu ifadeleri, ruhun kırık döküklüğünü, içlerindeki kavgayı ve hesaplaşmayı resmedebilirdi. Hayranlıkla izledim. O resimlere saatlerce bakabilir ve uzun saatler boyunca, üzerlerine düşünebilirdim.
- Alınlarında o kadar çok ifade var ki, ben resimden anlayan biri değilim ama, bu kadınların alınları ne çok şey anlatıyor Meryem dedim.
- Bu koleksiyonun ismi Alın Yazısı zaten dedi.
Sustum.
Sustum, çünkü artık söyleyecek değil, hissedecek çok şeyim vardı.
Şu sıralar Meryem'in kazağının yarısı bitmek üzere.
O kadar büyük bir heyecanla örüyorum ki bu kazağı.
Bana hiç beklemediğim bir zamanda, hediye gibi gelen bu dost ile sizi özellikle tanıştırmak istedim.
Hayatın bizlere sunduğu hediyeler, hiç beklemediğiniz bir anda, bazen çok ihtiyaç duyduğunuz bir anda, bazen de tam da beklediğiniz anda size ulaşabilir. Ben bu hediyeleri çok seviyorum. Hayatla aramızdaki tatlı bir oyun gibi...
Zil mi çalıyor?
Bu çalan sizin ziliniz galiba.
Siz kapıya bakın. Belki de beklediğiniz o hediye gelmiş olabilir.
Ben de gidip, sıcacık bir çay alayım kendime..
Sevgilerimle...
Heyyfi...

- Posted using BlogPress from my iPad

Elbet Bir Gün...

Bir gün O'nu göreceğimi biliyorum.
O, bir yerlerde beni bekliyor.
Bir gün, dünyanın herhangi bir köşesinde, belki de oturduğum evin hemen karşısındaki caddede.
Belki de internette görüp vurulacağım ona.
Ve onu ilk gördüğümde diyeceğim ki, "seni yıllardr aradım, her gördüğüm benzerinde hemen dokunup sen misin diye anlamaya çalıştım. Ama biliyormusun, sen olmayanları hemen hissettim ve arkamı dönüp gittim".
O henüz hayatıma girmedi ama ben onu arıyorum.
O ne mi?
O, elinize aldığınızda ve salladığınızda, dökülen kar taneleri arasında bir evin olduğu kar küresi.


Benim olmasını istediğim, hem de en çok istediğim şey.
Hayalimdeki kar küresini bulduğumda onu elime alıp, karlarını yağdırıp, içine baktığımda anlayacağımı biliyorum.
Onu gördüğüm an tanırım.
Ama hâlâ bulamadım.
Öyle bir kar kürem olduğunda saatlerce onu seyredip, içimdeki dünyaya dalıp, iyi hissedeceğim.
Diyeceksiniz ki, hele bir de yeni yıl gelirken "ortalık bu kürelerden geçilmiyor, sen hâlâ bulamadın mı?"
Bulamadım. Biliyorum etrafta onlardan çok var.
Ama O'nu bulamadım.
Genellikle içlerinde basit basit objeler var, ya da bir hikaye yok. Benim küremin içinde kendi hikayemi bulmalıyım. İçindekiler minicik oyuncaklar gibi değil de, benim hayal baloncuğumun içi gibi olmalı.
Benim için çok önemli bu kar küresi.
İnanın gelinliğimi bile araştırırken bu kadar seçici değildim.
Neredeysen gel ve beni bul sevgili kar kürem. Odamdaki yerin bile hazır.
Bu yıl sanki seni görecekmişim gibi geliyor.
Görüp de "işte buradasın, seni çok bekledim" diyeceğim gün çok yakın sanki... :)
Sevgilerimle...
Heyyfi...
- Posted using BlogPress from my iPad

6 Kasım 2012 Salı

YANLIŞLIKLA OLDU...

Sizlere bugün yansıtmak istediğim "dünya halleri" çok sevdiğim birinin başından geçen gerçek bir hikayedir.


Okulu bitirmesi için staj yapması gerekiyordu. İlgili kurum seçildi, başvurular yapıldı ve stajın ilk günü geldi çattı. Yeni stajyer kız, sarı saçlı, dikkat çekici, güzelceydi. Daha ilk gün dikkat çekmeye başlamıştı bile. Fakat onun dikkatini gayet sıradan görünen, bakıldığında hiçbir çekiciliği olmayan, kurumun belki de en cüsseli burnuna sahip mühendisi çekmişti. Bu ilgisi karşılıksız değildi. Koridorda, yemekhanede her karşılaştıklarında birbirlerine bakıyorlar ve sadece onların görebildiği şimşekler çakıyordu her yerde. Kalpleri hızla çarpıyor, o ânın bitmesini hiç istemiyorlardı. Tüm bunlara rağmen henüz hiç konuşmamışlar, selamlaşmamışlardı bile. Her ikisi de sabahı zor ediyor birbirlerini görecekleri için kalplerinde kelebekler uçuşup heyecan duyuyorlardı.
Birbirlerini görmeden geçen kocaman bir haftasonundan sonra pazartesi sabahı gelip çattı. En yakışan kıyafetler seçildi. En etkileyici bakış çalışmaları yapıldı aynanın karşısında.
Kuruma geldiler.
Biriken işlerden dolayı yoğunluk vardı ve birbirlerini göremediler.
Saat 12:00 oldu ve öğle yemeği için yemekhaneye çıktılar.
Kız siyah pantalon ceket takımı, beyaz gömleği, topuklu siyah ayakkabıları ile ciddi, bir o kadar da çekici görünüyordu. Sarı saçları omuzlarına düşmüş, güzel yüzüne çerçeve olmuştu sanki.
Mühendis yemekhaneye geldiğinde stajyerin tam karşısındaki masaya, onu rahatlıkla görebileceği bir yere oturdu. Kıza baktı. Ne kadar da masum ve bakmaya doyulmayan bir güzelliği var diye düşündü.
O gün yemekte tavuk pilav ve salata vardı.
Kız karşısına oturan rüyalarının erkeğini görünce, en zarif halleriyle salatasıdan bir çatal aldı. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. O soğuk yemekhane, onlar için romantik bir müzik eşliğinde çok şık bir restoranda yenen bir yemek kıvamındaydı. Ta ki salata içindeki acı sivri biberi zavallı stajyer ısırıncaya kadar.
Kız ne zaman acı biber yese onu hıçkırık tutardı.
Tam romantik bir bakışma arasında o zarif kızdan kocaman bir "hıcckkk" sesi çıktı.
Sonra mı?
Müzik durdu.
Restoran yemekhaneye döndü.
Prenses kurbağaya, prens de ormanına döndü.
Bu hikayeden çıkan sonuç: Salata yaparken yada yerken dil ucuyla biber kontrol edilip ondan sonra salataya doğranmalı :)
Romantizminiz bol olsun dostlar...
Sevgilerimle...
Heyyfi...
- Posted using BlogPress from my iPad