Neden "Çayım taze..."?

Aklıma geldiğinde içimi ısıtan bazı anlar vardır.
Bunlardan çocukluğuma dair hatırladığım; annemin, sabahtan akşama kadar sokaklarda oynadığımızda ve heryerimiz toz-kir içindeyken, bizi içeriye alma çabasıyla seslenişidir: "Çocuklaaar, hadi artık akşam soğuğu çıktı, içeriyeeeee!!!"
Artık akşam soğuğu çıkmıştır, bundan korunacağımız, ısınacağımız, temizleneceğimiz yuvaya çağrılmaktır bu. Güven verir, huzur verir, içimi dinginleştirir. O günlerde de, şimdi de...
Artık yetişkinim. Beni akşam soğuğu çıktığı için eve çağıran ses yok. Hâlâ zaman zaman akşam soğuğu çıkıp, üzerime bir hırka almam gerekse, içim ısınır, güvende ve huzurlu hissederim. Sanırım örgü örmeye başladığımdan beri, bu yüzden hep hırka örüyorum:)
Annem'e Sevgilerimle...

Gelelim bugüne...
Büyüyünce içimi ısıtan cümlelerden biri; telefonun ucundaki bir dosta,
"Çayım taze, sıcak simitleri al gel" demek...
Bu cümle benim için dostluk demek, huzur demek, paylaşmak demek, hadi gel demek, gel de iki lafın belini kıralım demek. Davet eden de olsan, edilen de, ne fark eder ki?
Çayım taze...
Hadi alın sıcak simitlerinizi, peynirlerinizi, gelin bloğuma, iki lafın belini kıralım :)

Heyyfi

19 Haziran 2015 Cuma

BEN GÜZELİM...

Sabah olmuş, ılık baharın kışkırtıcı havası tüm vücudunu sarmalamıştı. Bugün kendinde bir başkalık hissediyor ama ne olduğunu çözemiyordu. Aniden yanında beliren muhteşem güzelliğe kayıtsız kalamamış, farkında olmadan hışırtılı bir çığlık atmıştı. Bu, hergün gördüğü ve pek beğendiği komşusuydu. Ama bugün bambaşka bir güzelliği vardı. Bembeyaz çiçeklerden taç takmış bir peri kızı gibiydi. Hayranlıkla: "Bugün çok güzelsiniz, gözlerimi sizden alamadım. Bembeyaz, canlı, enerjik..." Komşusu kendinden emin, güzelliğinin farkında olduğunu açıkça belli eden bir tavırla teşekkür etti. 

Bütün gün komşusunu düşündü. Neden kendisi de bu kadar güzel değildi sanki. Hantal bacakları, kocaman iri kolları vardı. Ne kadar çirkin olduğunu düşündükçe, küçülüp, ufacık olup, yok olmak istiyordu. Bütün bu sıkıntılı düşünceler yetmezmiş gibi, güzelliğiyle göz kamaştıran komşusu: "Bugün sizi pek solgun gördüm. Yüzünüz bembeyaz ve sağlıksız görünüyor"  demez mi...

Artık akşam olmuş, işten çıkan insanların kalabalığı ve uğultusu caddeleri doldurmuştu. O sırada annesinin elinden tutmuş minik bir afacan iki komşunun önünde durdu. "Bu ikisi ikizler galiba, baksana birbirlerinin aynısı değil mi anne?" Çocuk saflığında gelen bu soru, iki komşunun şaşkınlıkla birbirlerine bakmalarına sebep olmuştu. Daha sabah birbirleri için yaptıkları yorumlar ne kadar da farklıydı. Nasıl olmuştu da bu minik çocuk onları ikiz sanmıştı. Çocuk annesine soru sormaya devam ediyordu. "Anneciğim, ağaçlarda da ikiz olur mu? Bu iki ağaç neden birbirinin aynısı?". "Bunlar erik ağacı yavrum, ikisi de çiçeklerini açmışlar, baksana gelin gibiler. Bu çiçekler daha sonra sulu sulu erik olacaklar. Onlar herşeyiyle aynı, çünkü aynı meyvenin ağaçları..."

İki komşu birbirlerine hiçbir şey söylememiş, bu küçücük çocuğun yüzlerine vuran dersiyle irkilmiş, hayatları ile ilgili yeni kararlar almışlardı...  

Biri kendindeki, diğeri ise kendisi dışındaki güzellikleri görmeyi öğrenecekti...





1 Haziran 2015 Pazartesi

AYICIKLI FANTAZİ...

Kardeş gibi büyümüş iki arkadaştı onlar. Biri mutluysa diğerinin de yüreği coşar, dertlenirse kolu kanadı kalkmazdı yerinden... Sevda, genç yaşına rağmen bir kaç ömür yaşamış olgun bir kadın, Nuran ise 35 yaşında, lise yıllarının saf taşra kızı hallerini bir türlü bırakamamış iyi bir yürekti...
O sabah Sevda'nın evinde buluşup, kreplerle, omletlerle dolu bir masa hazırlayacaklar, uzun uzun dedikodu yapıp, sevgililerini çekiştirip kahvaltı masasının öğlene kadar varan hallerinin tadını çıkaracaklardı.
Sevda yumurtaları kırarken, göz ucuyla peynir tabağını hazırlayan Nuran'a baktı. Ağzına attığı salatalık parçasını gevelerken, biraz alaycı bir tavırla; "senin sevimsiz neler yapıyor bu aralar?" dedi. 
Nuran sevgilisinden bahsedildiğini anlamıştı.
"Deme öyle, sen sevmiyor olabilirsin ama ben onun için ölüyorum..."
"Aman öl bakalım. Zaten senden başka bir akılsız onu yanında tutmaz ya neyse..."
Nuran her zamanki gibi saf halleriyle, "İş için Antalya'ya gitti. Dün gece otelden aradı beni, biraz konuştuk, sonra sesi biraz bozulmuş gibi geldi, hemen kapattı telefonu"
"Bu kaba herif bozulacak birşey bulmuştur kesin. Ne konuştunuz ki?"
"Bana üzerinde ne var diye sordu"
"Ee, sen ne dedin?" 
Bunu sorarken, biraz sonra fazlasıyla eğleneceğini fark etmiş, gevrek gevrek gülümsemişti Sevda.
"Ne diyeceğim, ayıcıklı pembe pazen pijamalarım var ya onları giydim dedim, sonra hemen iyi geceler canım Allah rahatlık versin deyip telefonu kapattı."
O sırada Sevda ağzındaki salatalık parçalarını etrafa fırlatarak kahkahalarla gülmeye başlamıştı,
"Kızım, sen gerçekten bu kadar saf mısın? Bu hödük seninle bir çeşit fantazi yapmaya çalışmış..."
Sevda gülmeye devam ediyordu.
"Ee, ne diyecektim ki?"
"Ne bileyim, hiç mi film izlemiyorsun. Şöyle diyebilirdin örneğin; ah sevgilim, senin resimlerinle dolu kırmızı saten, çok seksi, minicik bir gecelik var üzerimde..."
İki kız dizlerine vura vura gülüyor, bir yandan da gözlerinden gelen yaşları siliyorlardı.
Nuran o saf surat ifadesini takınıp; "Ama bu kocaman bir yalan olmazmıydı Sevda?"...
Gülme krizine girmiş olan Sevda aniden sustu. Ciddi bir şey söyleyecekmiş gibiydi;
"Sadece saten gecelik kısmı yalan olacaktı..."
Kafasına aldığı zeytin darbesiyle gülüyor, bir yandan da mırıldanıyordu; "Ayılı pijama ha..."